8 Nisan 2016 Cuma

Taraftar ve futbolsever olmak – “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan”-

İngiliz roman ve deneme yazarı Nick Hornby, bir futbol ve taraftarlık başyapıtı olan “Futbol Ateşi” adlı kitabında 14 Eylül.1968 günü babası ile ilk kez gittiği Arsenal-Stoke City maçında penaltı golüyle galip gelen Arsenal’e, ömür boyu sürecek şekilde nasıl abayı yaktığını anlatır. Hornby, futbol aşkını şu cümlelerle ifade eder:”Sonraları kadınlara nasıl aşık olduysam, futbola da öyle aşık oldum: Ansızın, açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden”.[1]
Bu irrasyonel bağlılık benim için de aynen Hornby gibi babamla gittiğim ilk maçta, Galatasaray’ın zamanın devlerinden Macar şampiyonu Ferençvaroş önünde 4-0’lık bir zafer kazandığı 11 Eylül 1963[2] Çarşamba günü temel attı. (Nick Hornby ilk maçında 11 yaşındaymış, ben henüz 10 bile değildim).
O gün takımlar sahaya çıktıklarında duyduğum tarif edilemez heyecanı çok iyi hatırlıyorum. Pertev Tunaseli ve Halit Kıvanç’ın radyodan yaptıkları detaylı tasvirler ve gazetelerden kesip özel defterlerime yapıştırdığım fotoğraflar sayesinde tüm özelliklerini ezberlediğim ve zihnimde ikonlaştırdığım Galatasaraylı futbolcularla nihayet aynı ortamdaydım ve bunun müthiş sevincini yaşıyordum. Bugün, 50 yılı aşkın bir süre sonra bile, ad ve soyadlarıyla sayabilirim benim için mistik bir değere sahip olan o kadroyu.[3] Gazetelerden takip ettiğim Ferençvaroş’tan da Albert’i[4] merak ediyordum, bir de solaçıkları Dr. Feynvesi’ye gizli bir hayranlık duyuyordum. “-Hem futbolcu hem de doktor, bu ne müthiş bir adam” diye düşündüğümü gayet iyi hatırlıyorum.
Maçın ilk devresi Kral Metin’in golüyle 1-0 bitti. Golü maalesef hiç göremedim, herkes ayaktaydı, boyum yetmiyordu, ayrıca biz deniz tarafındaydık, gol gazhane tarafındaki kaleye olmuştu. İlk devrede hatırladığım diğer olay Albert’in sakatlanıp sahadan çıkması ve Ferençvaroş’un on kişi kalmasıydı.[5] Buna çok üzülmüştüm, demek ki ben fanatik değil, futbolsever bir taraftar olacaktım! İkinci devre fırtına gibi esti Galatasaray. Önce Bahri ve Tarık attı. Son golü ise penaltıdan Kral Metin...
Sonuçta, ilk deneyimimde Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında Ferençvaroş gibi zamanın bir futbol devi önünde kazanılmış 4-0 lık bir zaferi stadyumda takımımla birlikte yaşamıştım. Maç sonunda 11 kahraman bulunduğum tribünün önüne gelip taraftarları (artık bizi diyebilirdim) selamladığında, ömür boyu dönüşü olmayacak biçimde iflah olmaz bir Galatasaray ve futbol tutkunu olmuştum.
Sonraları Ali Sami ve Emin Bülend Bey’lerin mektebinde amansız bir hastalığa dönüşecek bu bağlılığım, zaman içinde inişli çıkışlı dönemler geçirmiş olsa da, yarım asırdır sürüp gitmekte; Nick Hornby’nin ifadesiyle, “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan”...
E.Ülgen, 01.08.2014






[1] Nick Hornby, “Futbol Ateşi” (“Fever Pitch”, tercüme eden Bağış Erten), Sel Yayıncılık, 2010, s.13
[2] Tarihe bakıldığında, maçın Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin hukuki temelini oluşturan tarihi Ankara antlaşmasından bir gün önce oynandığı anlaşılıyor. Trajik bir tespit: aradan geçen 50 yılı aşkın sürede Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerindeki ilerleme  Galatasaray’ın Avrupa’da kat ettiği yolun oldukça gerisinde kaldı.
[3] turgay şeren, candemir berkman, ahmet berman, mustafa yürür, talat özkarslı, kadri aytaç, tarık kutver, ayhan elmastaşoğlu, bahri altıntabak, metin oktay, uğur köken
[4] Florian Albert, Şili’de yapılan 1962 Dünya Kupasında 4 golle gümüş ayakkabı almıştı. Tüm zamanları en zarif futbolcuları arasında kabul ediliyor.
[5] Henüz oyuncu değiştirme kuralı getirilmemişti. Sakatlık gibi zorunlu hallerde bile takımlar oyuna eksik sayıda oyuncu ile devam etmek zorundaydılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder