4 Nisan 2018 Çarşamba

Fatih Terim ve Galatasaray; Uzatmalı bir "Aşk Hikayesi"


     Ön Not: Terim'e itirazımın nedeni pespaye bir kebapçı baskınının  yarattığı infial değildi sadece. Motivasyon faktörünü oyunun merkezine yerleştirerek başarı bekleme anlayışının üst düzey profesyonellerden kurulmuş yepyeni bir takıma derman olacağı çok şüpheliydi benim açımdan. Mevcut koşullarda Terim'den geleceğe matuf, planlı ve istikrarlı bir başarı beklemek ise aşırı bir iyimserlikti kanımca. Haklı mıydım, yoksa yanıldım mı? Nasıl bir teknik adam Terim? Bundan böyle nasıl bir ilişki olacak onunla Galatasaray arasında? Yazı bu sorulara cevap arıyor; nihai yorum ise okurlara ait.
EÜ- 4 Nisan 2018
               
     Bunca yıpranmışlığına rağmen Terim'in takımla ve camiayla sağladığı hızlı bütünleşme övgüyü hak ediyor doğrusu. Yaşamsal önem taşıyan Fenerbahçe derbisinden önceki son idmana otuz bin taraftar toplayarak sahneye koyduğu tarihi dayanışma gösterisi takdire şayan. Gol sevincini elli bin izleyici önünde birkaç ay önce tanıştığı lejyonerlerle sarmaş dolaş paylaşması ise sahip olduğu iletişim ve takımdaşlık büyüsünün etkileyici bir resmi.
Terim ve Gomis; 3 ayda kurulan bir baba-oğul ilişkisi! 
      Takımı üç ayda şampiyonluk düzlüğüne çıkartan bu zahiri performansın G.Saray'ın ihtiyaç duyduğu uzun vadeli başarıya ve istikrarlı gelişmeye ne ölçüde katkı sağlayacağını öngörebilmek için Terim'i anlamak, oyunculuk yıllarından bu yana yaptıklarının ve yapamadıklarının derinlikli bir analizini yapmak gerek. Malum, geçmiş geleceğin aynasıdır.
      Kıt kanaat geçinen bir aile bünyesinde zorlu bir çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra futbol ve Adana Demirspor sayesinde yaşamının yönü değişiverdi. 1975 yılında 1.430.000 TL (o zamanın kur hesabı ile yaklaşık 100.000 dolar) transfer bedeli karşılığında G.Saray’a gelip 5 numaralı formayı sırtına geçirdiğinde henüz 22 yaşındaydı. Şampiyon bir takıma çok güçlü isimlerin yanına gelmiş, "lider karakteri" ile hemen sivrilmişti. Ağabeyler bir bir takımdan ayrılmış, 25 yaşında G.Saray ve Milli Takım’da  liberoluğa iyice yerleşmenin yanı sıra kaptanlık pazu bandını da takıvermişti koluna. 
     '70 ve '80’li yılların gömülü savunmalarında çok önemli pozisyondu libero; ismi üstünde serbest adamdı. Terim gibi "başına buyruk" ve her daim “ayrıcalıklı” bir figür başka pozisyonda oynayamazdı zaten! Takımda teknik direktörler kadar (hatta daha fazla) onun sözü geçiyor, kimi zaman ve özellikle işler kötüye gittiğinde "zalim çavuş" edasıyla özerkliğini ilan edip bildiğini okuyordu sahada.
1980-81; Fatih Terim ve Turgay Şeren; Bir "-karışma sen hocam!" başkaldırısı
      O, “Kaiser” Franz Beckenbauer’in Çukurova versiyonu olarak daha 20’li yaşlarında ulaşmıştı imparatorluk payesine. Bu kadarını kendisi dahil kimse tahmin edemezdi, ama G.Saray ve Milli Takım teknik direktörlüklerine dönüşümlü olarak ipotek koyarak tacını ömür boyu koruyacak ve Türk futbolunun gelmiş geçmiş tek "imparatoruolarak tarihe geçecekti.
      Hani Terim’e ait “resultante (?) ["risultato" olsa gerek!] importante” diye bir özlü söz var ya, bu sözü ölçüt olarak alırsak pek başarılı değildi oyunculuk yaşamı. Oynadığı onbir sezon boyunca hasret kaldı G.Saray şampiyonluğa. Bu belki "tesadüf, şanssızlık, o günün şartları... " olarak açıklanabilir, ama işine geldiğinde “resultante importante” diyen kendisi değil mi? Çizgiden uçarak kafayla ve rövaşata ile çıkardığı toplar dışında zihinlere kazınmış bireysel yetenek anılarına da sahip değilim şahsen. Sportif başarılardan ziyade bir A.Demirspor karşılaşmasında Erol Togay’a attığı kafa, bir Fener maçı devre arasında Ali Kemal Denizci ile kavga ederken polis memurunu itip kakarak karakolluk olması ve oyunculuk kariyerinin sonuna doğru yine bir Fener maçında hakem Hamza Alan’ı tartaklayıp tekrar karakola düşmesi gibi sahneler geliyor hep akıllara. Gerilimden beslenmek onun fıtratında var! 
Stadyumdan karakola!
       Terim'in oyunculuğu değilse de jübilesi bir efsaneydi. 4 Ağustos 1985 günü bir helikopter onu sahaya indirmiş, on beş dakikalık bir boy gösterisinden sonra “İmparator Fatih Terim” tezahüratlarıyla tekrar bindirilip uğurlanmıştı gökyüzüne.
4 Ağustos 1985; Fenerbahçe Stadyumu; Helikopterli Jübile
      Ne kendisinden önceki üç yıl üst üste şampiyonluğun beyefendi lideri Muzaffer Sipahi ne kendisinden sonra ondört senelik çileyi bitiren ekibin centilmen kaptanı Cüneyt Tanman ne de daha önceki veya sonraki herhangi bir kaptan böyle sansasyonel jübilelerin yanına bile yaklaşamadılar. Terim’in görüntüden güç alma ve güç yayma heves ve becerisinin bir erken dönem simgesi ve sinyaliymiş meğer o unutulmaz helikopter sahnesi. 
     Teknik direktörlük yaşamında hep yüksek irtifalarda dolaştı Terim. Zaman zaman ciddi türbülanslar yaşasa da o helikopter hep yükseklerde kaldı. Sözleşmelerinde dudak uçuklatan rakamlardan pek taviz vermedi, ama G.Saray'da "sarı-kırmızı renklere olan aşkından", kariyerinin B planı olan Milli Takım'da ise "vatan sevgisinden" dem vurarak astronomik sözleşmeleri gözlerden uzak tutmaya çalıştı hep. 
     Dördü üst üste altı şampiyonluk ve 2000 UEFA Kupası ömür boyu geçerli bir kredi sağladı ona G.Saray'da. Milli Takım'da ise 1996 Avrupa Kupası'na katılarak bir ilke imza atması ve 2008’de peş peşe mucizeler yaratarak Avrupa üçüncülüğüne ulaşması B planını da iyice sağlamlaştırdı. Ondan daha güçlüsü yoktu artık, ne G.Saray'da ne de - akıllara seza kebapçı düellosuna kadar- Milli Takım'da.   
Terim ve 2000 UEFA Kupası
       Sevapları çoktu, ama günahlarının da aşağı kalır tarafı yoktu Terim’in: öncelikle Avrupa futbolunun A klasmanı sayılan Şampiyonlar Ligi'ne G:Saray ile altı kez katılıp beşinde gruplardan çıkamamak yorum gerektirmeyen bir mertebe göstergesiydi kendisini uluslararası düzeyde gören bir teknik direktör için. (Yıllar geçtikçe bir efsaneye dönüşen 2000 UEFA Kupası zaferi de aslında o sezon Şampiyonlar Ligi H Grubunda Hertha Berlin gibi vasat bir Alman takımının altında kalma başarısızlığının bir getirisiydi. İstikrarsızlıklardan ve başarısızlıklardan başarı hikayeleri yaratmanın ustasıydı Terim kariyeri boyunca). Ayrıca G.Saray’a ikinci gelişindeki bozgun, tarihe geçen Fener hezimetleri, transfer fiyaskoları, lafta hep "geleceğin takımını (!)" kurarken altyapıyı (üstelik her gelişinde kendisine bağlamasına rağmen) daima göz ardı etmek, asla halef olamayacak kifayetsiz  teknik ekip tercihleri ve hepsinin fevkinde, İtalya macerasını kısa kesip uluslararası üst seviye teknik direktörlük hayallerini yıkan taktiksel sığlık. Andrea Pirlo, “Düşünüyorum, Öyleyse Oynarım”  başlığı ile Türkçe’ye çevrilen ünlü kitabında sarkastik bir uslupla bu konuda Milano günlerine ait ilginç detaylar veriyor. Milan Baros ise daha direkt ifadelerle Terim’in taktiksel tekdüzeliğinden hiçbir Türk öğrencisinin cüret edemeyeceği bir açıklıkla söz ediyor: "G.Saray'da taktik konusunda konuştuğunu hiç hatırlamıyorum. Sürekli rakibi yıkmak, parçalamak gibi şeylerden bahsederdi.
Andrea Pirlo'nun hiç anlayamadığı (!) türde kaotik bir taktiksel işaretler notu 
       Futbol basit bir oyun ama Terim ile iyice sadeleşiyor; her daim geçerli olan planı oyunun kontrolünü maç süresince elinde tutacak dominant bir kurgudan ibaret. Dörtlü alan savunması, pres,  rakibin oyun alanını daraltmak, disiplinli ama agresif forvetlerle baskıyı üçüncü bölgede başlatmak ve dinamo gibi çalışan orta sahasıyla rakibi yıpratarak topları kazanıp bunları etkili kanat hücumcuları ve kanat bekleriyle gol noktalarına taşımak. Ezcümle, rakibi hem bozacak hem de oyunu sürekli kontrol altında tutacak, özünde "rakibi parçalama motivasyonu" olan ve takımdaşlığa dayalı bir düzen. Hepsi bu! 
"Taktik-maktik yok; hep pres, hep hücum!" 
     Bu hükümran ve agresif ama tekdüze plan, uygun fiziki güç ve beceriye sahip oyuncuların varlığında ve seyirci baskısıyla iyi iş çıkarabiliyor, ama nispeten daha güçlü takımların karşısında, arkada taraftar desteği olmayan ortamlarda ve rakip taktisyenlerin kurnazca hazırladıkları sürpriz oyunlara karşılık vermek gerektiğinde hüsrana uğrayabiliyor. Öte yandan özellikle iyi gitmeyen durumlarda, Terim'in yetiştiği Çukurova kültürüne özgü gözü karalık başına iş açabilecek pervasızlık düzeyine ulaşabiliyor; “lügatımda kaybetmek yok” gibi spor etiğiyle pek de bağdaşmayan mottosu ona saha içinde ve dışında olmadık işler yaptırabiliyor zor ve kritik anlarda; tökezleme halleri takımı yıkıma sürükleyecek öfke nöbetlerine ve Rus ruleti hamlelerine yol açabiliyor. 
İşler zora girdiğinde sahaya girmek de var Terim'in repertuvarında!
      Geçtiğimiz Aralık ayında atılan imzalar, bu kez hiç kopmayacak ebedi bir ilişkiyi başlatmışa benziyor Terim ile G.Saray arasında. Kabul edelim, şartlar ve gelişmeler ne olursa olsun "Imparatoru" tahtından uzaklaştırabilecek bir güç pek görünmüyor kulübün halihazırda hiç umut vadetmeyen dağınık yönetim ve genel kurul düzeninde. 
Fatih Terim ve Galatasaray; Uzatmalı bir "Aşk Hikayesi"! 
      Sahip olduğu bitmek tükenmek bilmez taraftar kredisi ve arkasındaki kuvvetli medya rüzgarı dikkate alındığında Terim'in G.Saray'daki tek süper güç düzeyine ulaşmakta olduğunun farkına varmak pek zor değil. O var oldukça ve var olmayı istedikçe sürecek kesintisiz bir ilişki bekliyor bizleri; içimize sinsin ya da sinmesin buna kendimizi alıştırmamız gerek. Bu ilişkiden elde edilecek uzun vadeli sonuçlara gelince, kanımca bu yazının satır araları yeterince ipucu sunuyor bu konuda.     
E.Ülgen; 4 Nisan 2018

Yazarın önceki yazılarından seçmeler
Genel Konular
3F; Fado, Fiesta, Football - 3 Ekim 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/10/fado.html?m=1

Teknik Direktörler; Futbolun Özel Adamları - 16 Temmuz 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/07/teknik-direktorler-futbolun-ozel.html

Dünyanın Çivisi Çıkmış, Hala mı Futbol? - Futbolun Sihiri - 27 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Hollanda Futbolu ile Hollanda'nın sosyal, politik ve kültürel yapısı arasındaki ilişki -1 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Radyo Futbolu -11 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Futbol, Pas ve Dil -4 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/02/yazarn-diger-yazlar-bir-panzerin.html

Kaleciler- Sahaların yalnız ve tedirgin panterleri – 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Selçuk İnan'ın Dramı -16 Eylül 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Jurgen Klopp ve "Gegenpressing"  - 5 Eylül 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Dank je wel* Wesley, Bu Taraftar Seni Çok Özleyecek. 10 Temmuz 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Göz-Göz-Göztepe; Efsane Gerçekten Geri Döndü mü? -16 Haziran 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

17 Yaşında Yorgun Bir Kupa ve "Bir Şaman Ayini" -17 Mayıs 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Bir “Panzer”in duygusal anları – Bastia Schweinsteiger’in milli takıma vedası -25 Eylül 2016-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Zafere Giden Yol – Bir Ergin Ataman Analizi- 28 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Müstesna Bir Kaptan- Cüneyt Tanman- O yancı olamaz!- 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Taraftar ve futbolsever olmak- “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan” – 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız























.

     


     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder