Bir profesyonel futbol takımının en özel adamıdır teknik direktör; o
düşünür, takımı uygular; takımın beyni ve aklıdır. Teknik
direktörün gücü takımın gücüdür, takımlar hatta kulüpler onunla anılır ve
bilinir. Dünya futbolunun zirvesindeki teknik direktörler, Michels/Cruyff/Guardiola
ya da Sacchi/ Ancelotti/Conte örneklerinde olduğu üzere, kuşaktan kuşağa
devrettikleri futbol anlayışlarıyla ve birbirlerinin oyun felsefelerini
geliştirip ekolleştirmeleriyle futbol aklının ve kültürünün tam merkezindeki
ana aktörler olmuşlardır.
![]() |
İtalyan ekolünün 3 kuşağı: Sacchi, Ancelotti, Conte |
Futbolun endüstrileşmesi ile birlikte bu oyunun en çok
değişime uğrayan bileşenidir teknik direktörler; eskiden “antrenör”
olarak anılırlarken, artan otoritelerinin ve teknik güçlerinin bir işareti
olarak teknik direktörlüğe terfi etmişlerdir. Bireysel gösteriyi
kısıtlayıp, sadece takım gücünü arttırmaya odaklanan, çalışma ve oyun
disiplininden asla taviz vermeyen, insan kaynağı, planlama, analiz, iletişim,
strateji ve taktik bilgisi yoğunluklu bir merkezi otorite olarak
tanımlayabiliriz çağdaş futbolun teknik direktörlerini. Pep Guardiola’nın
dillere destan antrenmanlarında olduğu gibi, bıkmadan usanmadan, toplu/topsuz
özel pas, uyum, alan yaratma ve duran top egzersizleri yaparak göze hoş gelen
ama en önemlisi sonuç odaklı ve disiplinli bir taktiksel düzeni sahaya
yerleştirmekle mükelleftir teknik direktör.
![]() |
Pep Guardiola'nın Tiki Taka antrenman krokisi |
Bir teknik direktörün değeri, maç performansı kadar antrenman sahasında ve
taktik idmanlarında, kamplarda ve toplantılarındaki performansı ve iletişimi ile de değerlendirilip
ölçülmelidir. Yarışmacı profesyonel futbol mecrasında teknik direktörler
medyanın ve kamuoyunun gözü önünde ve kimi zaman ne istediklerini tam olarak
bilmeyen yöneticilerin dayanılmaz baskısı altında sürekli olarak iyi sonuç
veren kararlar almak, karşılaştıkları farklı problemleri süratle çözmek zorundadırlar.
Bu zorlu süreçleri aşabilmek üzere ihtiyaç duydukları sermaye ise liderlik ve
iletişim kabiliyeti ile futbol zekası ve felsefesinin yanı sıra, bilgi, birikim
ve çalışkanlıktan ibarettir. Bu portföyün herhangi bir parçasının zafiyeti
büyük handikap yaratır başarı yolunda.
Hiç kuşkusuz, kulüp başkanlarının en zorlu
sportif kararı teknik direktör tercihidir. Bir başkan adayı, bu yaşamsal
tercihteki stratejisini belirlemiş olarak oturmalıdır o koltuğa; çünkü
hazırlıksız, kritersiz ve dayanaksız, papatya falıyla yapacağı eğreti
tercihlerin sonu hüsrandır eğer büyük piyango vurmazsa. “Hele bir deneyelim” veya “ya
tutarsa” anlayışı, kulüp ve takım kadar başkanın kendisine de zarar verir;
sonuçta “başkanın sportif vizyonunun”
en temel göstergesi değil midir teknik direktör tercihi ve seçimi? Teknik
direktör tercih aşamasında öncelikle yukarıda “teknik direktörün sermayesi” olarak nitelenen özellikler yetkin bir komite tarafından tek tek
nesnel bir değerlendirmeye tabi tutulmalı, daha sonra da şu basit sorulara
cevap aranmalıdır: “burada olmayı
ve başımıza geçmeyi ne kadar hak ediyor?” ve “sağlayayağını öngördüğümüz teknik katkı ve değişim bizi
ne kadar heyecanlandırıyor?” Umut ve heyecan
veren başarılı tercihler çoğu zaman hem takımı, hem de başkanı yüceltir. Bu
konuda futbol tarihini değiştiren çok sayıda örnek sayabiliriz. En çarpıcısı, 1986
yılının Kasım ayında Manchester United başkanı Martin Edwards’ın, kulüp
yönetiminde yer alan efsane futbol adamı Boby Charlton ile birlikte titiz ve
detaylı bir aday değerlendirme ve eleme süreci sonucunda futbol dünyasına ışık
saçacak bir İskoç’u takımın başına getirmek üzere verdiği karardır hiç
kuşkusuz. Dile kolay, takımını tam 30 yıl başarıdan başarıya koşturacak bir
efsanenin, Sir Alex Ferguson’un, doğuşu bu karar sayesindedir. Benzer şekilde, 1980’li
yılların sonunda Milan’ın Avrupa’nın yenilmez armadasına dönüşmesini sağlayan
en önemli inisiyatif, hiç profesyonel futbol oynamamış Arrigo Sacchi’deki cevheri
keşfedip takımın başına getiren Berlusconi’ye aittir. Bu konudaki sayısız
başarı hikayesi arasında, 2000’lerde mali ve sportif olarak batmak üzereyken
Juergen Klopp tercihi sayesinde uçuşa geçen Borussia Dortmund ve CEO’su Hans
Joachim Watzke’yi anıp, ülkemiz futbolundaki duruma göz gezdirelim .
![]() |
Watzke ve Klopp; doğru tercihin fotoğrafı |
Yüzümüzü kendi çöplüğümüze çevirdiğimizde, ne yazık ki istikrarlı başarılara
yol veren bu tarz vizyoner kararlara pek rastlayamıyoruz, ancak kötü örnekler
gırla. Yıllarca fazlaca anlam taşımayan “yerli
mi olsun, yabancı mı?” tartışmasına boğulan başkan ve yöneticilerimiz
genelde “Allah kerim” felsefesiyle
yapıyorlar tercihlerini. İçinde bulunduğumuz sezona ismi verilecek derecede saygı duyulan bir duayen başkan, teknik
direktör değiştirme sayısında ve hızında dünya rekoruna sahip olarak
göçüp gitti bu dünyadan. Bir diğer uzatmalı başkan ise, şampiyon olmuş teknik
direktörüne “takımı sen mi şampiyon
yaptın?” diyebilecek kadar hor görebildi bu mesleği. Ya da, en güncel
örnekler: ununu elemiş bir "ekran bilgesinden" veya elli küsur yaşına kadar altyapı direktörlüğü yapmış kendi halindeki bir Hollandalı'dan medet umacak kadar hayali bir iyimserlik düzeyinde olabiliyor
kimi zaman bizim başkanlarımız. İşin garibi, kırk yılda bir –hasbelkader- vizyoner
sayılabilecek bir tercih yapıldığında ise, ne hikmetse, bu doğru kararın bile
arkasında durmakta aciz kalınabiliyor, nice taraftarın içinde ukde olan hazin Galatasaray-Lucescu
ayrılığında, ya da rüzgar gibi gelip geçen Galatasaray-Mancini ilişkisinde
olduğu gibi.
Teknik direktörün üst düzey yarışma ortamlarındaki deneyimi bir tercih
nedenidir elbette, ama işinde saçları kırlaşmış bilge bir teknik direktörle ya
da bir star futbolcu eskisiyle çalışmak da şart değildir her zaman; şu sıralar
Premier Lig’de birbirlerine rakip olan Pep Guardiola ve Ronald Koemann’ın,
meslekte yıllanmaya ihtiyaç duymadan genç yaşta ortaya koydukları futbol
felsefesi, yıldız futbolcu olmalarına değil, Barselona’daki oyunculuk dönemlerinde
bir futbol dahisi olan teknik direktörlerini (Johan Cruyff’u) sürekli sorgulamalarına
ve onunla taktiksel ve problem çözme konularında uzun fikir teatileri yaparak
kendilerini zihinsel olarak bu mesleğe hazırlamış olmalarına bağlanır
çoğunlukla. 80’li yılların sonlarında Avrupa Şampiyonluklarını tekeline alan
müthiş Milan’ın yaratıcısı Arrigo Sacchi ise, ilginçtir, hiç futbol oynamadan
ve hatta profesyonel futbol ortamında dahi bulunmadan, futbola olan sevgisi,
bireysel araştırmacılığı ve sorgulayıcılığıyla sadece “İtalyan futbolunu
değiştiren efsane teknik direktör” olarak değil, aynı zamanda yepyeni bir
futbol ekolünün lideri olarak kazımıştır adını futbol tarihine. Jose Mourinho
ise Boby Robson’un tercümanlığını yaparken ilgisi, merakı ve kıvrak zekası ile
bu futbol bilgesinden alacağını almış ve boynuz-kulak misali kendi hocasının
kariyer başarı çıtasını kısa zamanda aşabilmiştir. Ezcümle, genç yaşlardan
itibaren ilgi ve merakla kendini bu işe hazırlamak, sorgulayıcı olmak ve yüksek
rekabetli bir mecrada uygulanabilir bir futbol anlayışını, kendi değerleri,
yaşam felsefesi, zihinsel gücü ve liderlik kapasitesi ile birlikte kuvveden
fiile çıkartacak ışığı gösterebilmektir işin esası.
![]() |
Guardiola Cruyff'ten feyz alırken, 90'lı yıllar |
![]() |
Mourinho'nun "Robson Akademisi" yılları |
Teknik direktöre düşen rol takım oyununu geliştirmenin yanı sıra,
oyuncularla tekil ilişkileri de en etkin şekilde kurabilmektir. Star
oyuncularla ego mücadelesine hiç girmeden onları hep zirvede tutabilmek
maharetinin yanı sıra, vasatlardan iyi oyuncu yaratabilme, ortalama oyuncuların
artılarını keşfedip sahaya yansıtma becerisidir aynı zamanda. Ayrıca, mesleğin
olmazsa olmazı ve teknik direktörün kamuoyu onayına en açık özelliği, her
oyuncunun yerli yerinde olduğu ideal on biri sahaya sürme ve maç sırasında en
uygun oyuncu taktik ve oyuncu değişikliklerini en uygun zamanda yapma yetisidir.
Kendi oyuncularını ve rakibin özelliklerini tanımayı ve de oyunun her anını
okuyabilmeyi beceremeyen bir teknik direktörün bu çok basit gözüken tercih
süreçlerinde er ya da geç büyük falsolar vermesi kaçınılmaz olur.
Takım oyunundaki ilerlemeleri kısa zamanda ortaya koyabilen teknik
direktörler paydaşların umut ve heyecanlarını yükseltirler; “zaman tanımak” söylemi de ancak böyle
bir gelişmenin ışığı görülüyorsa bir anlam taşır, aksi durumda, misal, aradan haftalar
geçmesine rağmen yerinde sayan bir teknik direktörün arkasında durmak ise
hayalcilik değilse bile çaresizlik belirtisidir ve her halükarda bu anlamsız
desteğin zaman kaybı döngüsünü başlatmak gibi büyük bir riski vardır çoğu zaman.
Özgeçmişleriyle “tutunamayanlar” listesine giren teknik direktörlere gelince,
onlara yeni bir şans verilebilir elbette, ancak yine dikiş tutmama riski
büyüktür bu tarz tercihlerde. Koskoca Roy Keane’ler, Van Basten’ler ve “bizim
evlatlarımız” Bülent ve Tugay’lar bile isimlerini bu hazin listeye
yazdırmışlardır ne yazık ki. Başka bir ifadeyle, teknik direktörün ışığı sönerse
bir daha zor yanar. Gerçekçi olmak lazım, bu işte “olmayınca olmaz”, tutunamayanlarda
ısrarın pek faydası yok! Kulübün eski göz ağrılarına can simidi gibi sarılmak
da beyhude bir gayrettir bu mecrada, ilk motivasyonlarını ve dinamizmlerini
kaybetiklerinden mi, yoksa yeni şartlara uyum gösteremediklerinden midir
bilinmez, yeniden çağrılan teknik direktörlerin karşılıklı hayal kırıklığı
yaratması sürpriz sayılmaz; birçok örnek sayabiliriz bu konuda, ama en özellerini
analım sadece; Jose Mourinho’nun başarı rekorları kırdığı Chelsea’ye ikinci
geliş hikayesi Premier Lig’de on altı maçta dokuz mağlubiyetli hazin bir veda ile sona
ermiştir. Üst üste dört lig ve UEFA şampiyonluğu ile ilk dönemini tamamlayan
Fatih Terim’in ikinci gelişi ise 6-0’lık Fener felaketiyle hatırlanan (daha
doğrusu hafızalardan silinmek istenen) feci bir sezondur Temcit pilavının yeri olmamalıdır
teknik direktör tercih süreçlerinde; kolaycılıktır, genellikle yarar sağlamaz.
Teknik direktör sıradanlığın
dışına çıkıp, modern futbolun kabul edeceği bazı farklılıkları taşıyabilmelidir
takımına. Mourinho boşuna kendisini “The
special one” olarak tanımlamıyor. Herkes Mourinho olamaz belki, ama üst
düzey bir futbol takımının teknik direktörü sürdürülebilir bir başarı için
sıradanlıktan bir şekilde sıyrılabilmeli ve kulübünün beklentileri ölçüsünde “özel biri” sayılacak zihinsel ve pratik
kapasiteyi ortaya koyabilmelidir; iletişimiyle, mesajlarıyla, çalışkanlığıyla,
disipliniyle, süreçleri kontrol altına alabilmesiyle, duygu değişimlerini
yönetebilmesiyle, içtenliğiyle, alçak gönüllülüğüyle, adaletiyle,
tutarlılığıyla, sözün özü, duruşuyla, değerleriyle ve liderliğiyle takıma
kimlik ve kararlılık kazandırabilmeli, ayrıca dostun düşmanın kabulleneceği
futbol bilgisi ve birikimiyle, oyun anlayışıyla, futbol felsefesiyle, etkin
öngörü ve problem çözücülüğüyle tüm paydaşlara güven veren farklılığını kabul
ettirebilmelidir. Velhasıl, oyuncuları ve taraftarları için “özel biri” olmayı başarabildiği andan
itibaren teknik direktörün (ve takımının) değeri ve kredisi artar, işi kolaylaşıp
yolu açılır. Başkan ve yönetime gelince, onların koltuklarına güvenle ve
keyifle kurulup kulübün idari ve mali işlerine odaklanabilmelerinin ön şartı bu
“özel biri” adayını deneme-yanılma yöntemiyle değil, kılı kırk yararak, kulübün
misyon ve vizyonuna uyum içinde ve çağdaş futbolun rasyonalitesine uyan tercih
kriterleriyle seçip ona ihtiyaç duyduğu çalışma ortamını ve güvencesini
sağlamaktan başka bir şey değildir son tahlilde.
Ertuğrul Ülgen - 16.07.2017
Yazarın önceki yazıları:
Dank je wel* Wesley, Bu Taraftar Seni Çok Özleyecek.
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/07/tot-ziens-wesley-bu-taraftar-seni-cok.html?m=1
Göz-Göz-Göztepe; Efsane Gerçekten Geri Döndü mü?
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/06/guzelyalnn-sar-krmzs-efsane-geri-dondu.html?m=1
Ajax v Man. United; Gençler Kazansın!
Dank je wel* Wesley, Bu Taraftar Seni Çok Özleyecek.
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/07/tot-ziens-wesley-bu-taraftar-seni-cok.html?m=1
Göz-Göz-Göztepe; Efsane Gerçekten Geri Döndü mü?
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/06/guzelyalnn-sar-krmzs-efsane-geri-dondu.html?m=1
Ajax v Man. United; Gençler Kazansın!
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/05/ajax-v-manunited-gencler-kazansn.html?m=1
17 Yaşında Yorgun Bir Kupa ve "Bir Şaman Ayini" -17 Mayıs 2017"
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/05/17-mays-galatasaray-bayram-vs-aldo-poy.html?m=1
Dünyanın Çivisi Çıkmış, Hala mı Futbol? - Futbolun Sihiri - 27 Mart 2017-
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/05/ajax-v-manunited-gencler-kazansn.html?m=1
17 Yaşında Yorgun Bir Kupa ve "Bir Şaman Ayini" -17 Mayıs 2017"
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/05/17-mays-galatasaray-bayram-vs-aldo-poy.html?m=1
Dünyanın Çivisi Çıkmış, Hala mı Futbol? - Futbolun Sihiri - 27 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Hollanda Futbolu ile Hollanda'nın sosyal, politik ve kültürel yapısı arasındaki ilişki -1 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Radyo Futbolu -11 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Futbol, Pas ve Dil -4 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Bir “Panzer”in duygusal anları – Bastia Schweinsteiger’in milli takıma vedası -25 Eylül 2016-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Jan Olde Riekerink- Bir Papatya Falı – 29 Mayıs 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Zafere Giden Yol – Bir Ergin Ataman Analizi- 28 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Müstesna Bir Kaptan- Cüneyt Tanman- O yancı olamaz!- 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Kaleciler- Sahaların yalnız ve tedirgin panterleri – 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Sabri “Reyiz”den vazgeçilemez- 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Taraftar ve futbolsever olmak- “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan” – 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder