16 Temmuz 2017 Pazar

Teknik Direktörler - Futbolun Özel Adamları -




     Bir profesyonel futbol takımının en özel adamıdır teknik direktör; o düşünür, takımı uygular; takımın beyni ve aklıdır. Teknik direktörün gücü takımın gücüdür, takımlar hatta kulüpler onunla anılır ve bilinir. Dünya futbolunun zirvesindeki teknik direktörler, Michels/Cruyff/Guardiola ya da Sacchi/ Ancelotti/Conte örneklerinde olduğu üzere, kuşaktan kuşağa devrettikleri futbol anlayışlarıyla ve birbirlerinin oyun felsefelerini geliştirip ekolleştirmeleriyle futbol aklının ve kültürünün tam merkezindeki ana aktörler olmuşlardır.

İtalyan ekolünün 3 kuşağı: Sacchi, Ancelotti, Conte
      Futbolun endüstrileşmesi ile birlikte bu oyunun en çok değişime uğrayan bileşenidir teknik direktörler; eskiden “antrenör” olarak anılırlarken, artan otoritelerinin ve teknik güçlerinin bir işareti olarak teknik direktörlüğe terfi etmişlerdir. Bireysel gösteriyi kısıtlayıp, sadece takım gücünü arttırmaya odaklanan, çalışma ve oyun disiplininden asla taviz vermeyen, insan kaynağı, planlama, analiz, iletişim, strateji ve taktik bilgisi yoğunluklu bir merkezi otorite olarak tanımlayabiliriz çağdaş futbolun teknik direktörlerini. Pep Guardiola’nın dillere destan antrenmanlarında olduğu gibi, bıkmadan usanmadan, toplu/topsuz özel pas, uyum, alan yaratma ve duran top egzersizleri yaparak göze hoş gelen ama en önemlisi sonuç odaklı ve disiplinli bir taktiksel düzeni sahaya yerleştirmekle mükelleftir teknik direktör.
Pep Guardiola'nın Tiki Taka antrenman krokisi
     Bir teknik direktörün değeri, maç performansı kadar antrenman sahasında ve taktik idmanlarında, kamplarda ve toplantılarındaki performansı ve iletişimi ile de değerlendirilip ölçülmelidir. Yarışmacı profesyonel futbol mecrasında teknik direktörler medyanın ve kamuoyunun gözü önünde ve kimi zaman ne istediklerini tam olarak bilmeyen yöneticilerin dayanılmaz baskısı altında sürekli olarak iyi sonuç veren kararlar almak, karşılaştıkları farklı problemleri süratle çözmek zorundadırlar. Bu zorlu süreçleri aşabilmek üzere ihtiyaç duydukları sermaye ise liderlik ve iletişim kabiliyeti ile futbol zekası ve felsefesinin yanı sıra, bilgi, birikim ve çalışkanlıktan ibarettir. Bu portföyün herhangi bir parçasının zafiyeti büyük handikap yaratır başarı yolunda.
     Hiç kuşkusuz, kulüp başkanlarının en zorlu sportif kararı teknik direktör tercihidir. Bir başkan adayı, bu yaşamsal tercihteki stratejisini belirlemiş olarak oturmalıdır o koltuğa; çünkü hazırlıksız, kritersiz ve dayanaksız, papatya falıyla yapacağı eğreti tercihlerin sonu hüsrandır eğer büyük piyango vurmazsa. “Hele bir deneyelim” veya “ya tutarsa” anlayışı, kulüp ve takım kadar başkanın kendisine de zarar verir; sonuçta “başkanın sportif vizyonunun” en temel göstergesi değil midir teknik direktör tercihi ve seçimi? Teknik direktör tercih aşamasında öncelikle yukarıda “teknik direktörün sermayesi” olarak nitelenen özellikler yetkin bir komite tarafından tek tek nesnel bir değerlendirmeye tabi tutulmalı, daha sonra da şu basit sorulara cevap aranmalıdır: “burada olmayı ve başımıza geçmeyi ne kadar hak ediyor?” ve “sağlayayağını öngördüğümüz teknik katkı ve değişim bizi ne kadar heyecanlandırıyor?” Umut ve heyecan veren başarılı tercihler  çoğu zaman hem takımı, hem de başkanı yüceltir. Bu konuda futbol tarihini değiştiren çok sayıda örnek sayabiliriz. En çarpıcısı, 1986 yılının Kasım ayında Manchester United başkanı Martin Edwards’ın, kulüp yönetiminde yer alan efsane futbol adamı Boby Charlton ile birlikte titiz ve detaylı bir aday değerlendirme ve eleme süreci sonucunda futbol dünyasına ışık saçacak bir İskoç’u takımın başına getirmek üzere verdiği karardır hiç kuşkusuz. Dile kolay, takımını tam 30 yıl başarıdan başarıya koşturacak bir efsanenin, Sir Alex Ferguson’un, doğuşu bu karar sayesindedir. Benzer şekilde, 1980’li yılların sonunda Milan’ın Avrupa’nın yenilmez armadasına dönüşmesini sağlayan en önemli inisiyatif, hiç profesyonel futbol oynamamış Arrigo Sacchi’deki cevheri keşfedip takımın başına getiren Berlusconi’ye aittir. Bu konudaki sayısız başarı hikayesi arasında, 2000’lerde mali ve sportif olarak batmak üzereyken Juergen Klopp tercihi sayesinde uçuşa geçen Borussia Dortmund ve CEO’su Hans Joachim Watzke’yi  anıp, ülkemiz futbolundaki duruma göz gezdirelim .

Watzke ve Klopp; doğru tercihin fotoğrafı
     Yüzümüzü kendi çöplüğümüze çevirdiğimizde, ne yazık ki istikrarlı başarılara yol veren bu tarz vizyoner kararlara pek rastlayamıyoruz, ancak kötü örnekler gırla. Yıllarca fazlaca anlam taşımayan “yerli mi olsun, yabancı mı?” tartışmasına boğulan başkan ve yöneticilerimiz genelde “Allah kerim” felsefesiyle yapıyorlar tercihlerini. İçinde bulunduğumuz sezona ismi verilecek derecede  saygı duyulan bir duayen başkan, teknik direktör değiştirme sayısında ve hızında dünya rekoruna sahip olarak göçüp gitti bu dünyadan. Bir diğer uzatmalı başkan ise, şampiyon olmuş teknik direktörüne “takımı sen mi şampiyon yaptın?” diyebilecek kadar hor görebildi bu mesleği. Ya da, en güncel örnekler: ununu elemiş bir "ekran bilgesinden" veya elli küsur yaşına kadar  altyapı direktörlüğü yapmış kendi halindeki bir Hollandalı'dan medet umacak kadar hayali bir iyimserlik düzeyinde olabiliyor kimi zaman bizim başkanlarımız. İşin garibi, kırk yılda bir –hasbelkader- vizyoner sayılabilecek bir tercih yapıldığında ise, ne hikmetse, bu doğru kararın bile arkasında durmakta aciz kalınabiliyor, nice taraftarın içinde ukde olan hazin Galatasaray-Lucescu ayrılığında, ya da rüzgar gibi gelip geçen Galatasaray-Mancini ilişkisinde olduğu gibi.
     Teknik direktörün üst düzey yarışma ortamlarındaki deneyimi bir tercih nedenidir elbette, ama işinde saçları kırlaşmış bilge bir teknik direktörle ya da bir star futbolcu eskisiyle çalışmak da şart değildir her zaman; şu sıralar Premier Lig’de birbirlerine rakip olan Pep Guardiola ve Ronald Koemann’ın, meslekte yıllanmaya ihtiyaç duymadan genç yaşta ortaya koydukları futbol felsefesi, yıldız futbolcu olmalarına değil, Barselona’daki oyunculuk dönemlerinde bir futbol dahisi olan teknik direktörlerini (Johan Cruyff’u) sürekli sorgulamalarına ve onunla taktiksel ve problem çözme konularında uzun fikir teatileri yaparak kendilerini zihinsel olarak bu mesleğe hazırlamış olmalarına bağlanır çoğunlukla. 80’li yılların sonlarında Avrupa Şampiyonluklarını tekeline alan müthiş Milan’ın yaratıcısı Arrigo Sacchi ise, ilginçtir, hiç futbol oynamadan ve hatta profesyonel futbol ortamında dahi bulunmadan, futbola olan sevgisi, bireysel araştırmacılığı ve sorgulayıcılığıyla sadece “İtalyan futbolunu değiştiren efsane teknik direktör” olarak değil, aynı zamanda yepyeni bir futbol ekolünün lideri olarak kazımıştır adını futbol tarihine. Jose Mourinho ise Boby Robson’un tercümanlığını yaparken ilgisi, merakı ve kıvrak zekası ile bu futbol bilgesinden alacağını almış ve boynuz-kulak misali kendi hocasının kariyer başarı çıtasını kısa zamanda aşabilmiştir. Ezcümle, genç yaşlardan itibaren ilgi ve merakla kendini bu işe hazırlamak, sorgulayıcı olmak ve yüksek rekabetli bir mecrada uygulanabilir bir futbol anlayışını, kendi değerleri, yaşam felsefesi, zihinsel gücü ve liderlik kapasitesi ile birlikte kuvveden fiile çıkartacak ışığı gösterebilmektir işin esası.  
Guardiola Cruyff'ten feyz alırken, 90'lı yıllar

Mourinho'nun "Robson Akademisi" yılları
     Teknik direktöre düşen rol takım oyununu geliştirmenin yanı sıra, oyuncularla tekil ilişkileri de en etkin şekilde kurabilmektir. Star oyuncularla ego mücadelesine hiç girmeden onları hep zirvede tutabilmek maharetinin yanı sıra, vasatlardan iyi oyuncu yaratabilme, ortalama oyuncuların artılarını keşfedip sahaya yansıtma becerisidir aynı zamanda. Ayrıca, mesleğin olmazsa olmazı ve teknik direktörün kamuoyu onayına en açık özelliği, her oyuncunun yerli yerinde olduğu ideal on biri sahaya sürme ve maç sırasında en uygun oyuncu taktik ve oyuncu değişikliklerini en uygun zamanda yapma yetisidir. Kendi oyuncularını ve rakibin özelliklerini tanımayı ve de oyunun her anını okuyabilmeyi beceremeyen bir teknik direktörün bu çok basit gözüken tercih süreçlerinde er ya da geç büyük falsolar vermesi kaçınılmaz olur.
Takım oyunundaki ilerlemeleri kısa zamanda ortaya koyabilen teknik direktörler paydaşların umut ve heyecanlarını yükseltirler; “zaman tanımak” söylemi de ancak böyle bir gelişmenin ışığı görülüyorsa bir anlam taşır, aksi durumda, misal, aradan haftalar geçmesine rağmen yerinde sayan bir teknik direktörün arkasında durmak ise hayalcilik değilse bile çaresizlik belirtisidir ve her halükarda bu anlamsız desteğin zaman kaybı döngüsünü başlatmak gibi büyük bir riski vardır çoğu zaman. Özgeçmişleriyle “tutunamayanlar” listesine giren teknik direktörlere gelince, onlara yeni bir şans verilebilir elbette, ancak yine dikiş tutmama riski büyüktür bu tarz tercihlerde. Koskoca Roy Keane’ler, Van Basten’ler ve “bizim evlatlarımız” Bülent ve Tugay’lar bile isimlerini bu hazin listeye yazdırmışlardır ne yazık ki. Başka bir ifadeyle, teknik direktörün ışığı sönerse bir daha zor yanar. Gerçekçi olmak lazım, bu işte “olmayınca olmaz”, tutunamayanlarda ısrarın pek faydası yok! Kulübün eski göz ağrılarına can simidi gibi sarılmak da beyhude bir gayrettir bu mecrada, ilk motivasyonlarını ve dinamizmlerini kaybetiklerinden mi, yoksa yeni şartlara uyum gösteremediklerinden midir bilinmez, yeniden çağrılan teknik direktörlerin karşılıklı hayal kırıklığı yaratması sürpriz sayılmaz; birçok örnek sayabiliriz bu konuda, ama en özellerini analım sadece; Jose Mourinho’nun başarı rekorları kırdığı Chelsea’ye ikinci geliş hikayesi Premier Lig’de on altı  maçta dokuz mağlubiyetli hazin bir veda ile sona ermiştir. Üst üste dört lig ve UEFA şampiyonluğu ile ilk dönemini tamamlayan Fatih Terim’in ikinci gelişi ise 6-0’lık Fener felaketiyle hatırlanan (daha doğrusu hafızalardan silinmek istenen) feci bir sezondur Temcit pilavının yeri olmamalıdır teknik direktör tercih süreçlerinde; kolaycılıktır, genellikle yarar sağlamaz.
     Teknik direktör sıradanlığın dışına çıkıp, modern futbolun kabul edeceği bazı farklılıkları taşıyabilmelidir takımına. Mourinho boşuna kendisini “The special one” olarak tanımlamıyor. Herkes Mourinho olamaz belki, ama üst düzey bir futbol takımının teknik direktörü sürdürülebilir bir başarı için sıradanlıktan bir şekilde sıyrılabilmeli ve kulübünün beklentileri ölçüsünde “özel biri” sayılacak zihinsel ve pratik kapasiteyi ortaya koyabilmelidir; iletişimiyle, mesajlarıyla, çalışkanlığıyla, disipliniyle, süreçleri kontrol altına alabilmesiyle, duygu değişimlerini yönetebilmesiyle, içtenliğiyle, alçak gönüllülüğüyle, adaletiyle, tutarlılığıyla, sözün özü, duruşuyla, değerleriyle ve liderliğiyle takıma kimlik ve kararlılık kazandırabilmeli, ayrıca dostun düşmanın kabulleneceği futbol bilgisi ve birikimiyle, oyun anlayışıyla, futbol felsefesiyle, etkin öngörü ve problem çözücülüğüyle tüm paydaşlara güven veren farklılığını kabul ettirebilmelidir. Velhasıl, oyuncuları ve taraftarları için “özel biri” olmayı başarabildiği andan itibaren teknik direktörün (ve takımının) değeri ve kredisi artar, işi kolaylaşıp yolu açılır. Başkan ve yönetime gelince, onların koltuklarına güvenle ve keyifle kurulup kulübün idari ve mali işlerine odaklanabilmelerinin ön şartı bu “özel biri” adayını deneme-yanılma yöntemiyle değil, kılı kırk yararak, kulübün misyon ve vizyonuna uyum içinde ve çağdaş futbolun rasyonalitesine uyan tercih kriterleriyle seçip ona ihtiyaç duyduğu çalışma ortamını ve güvencesini sağlamaktan başka bir şey değildir son tahlilde.

 Ertuğrul Ülgen - 16.07.2017


Yazarın önceki yazıları:

Dank je wel* Wesley, Bu Taraftar Seni Çok Özleyecek.
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/07/tot-ziens-wesley-bu-taraftar-seni-cok.html?m=1

Göz-Göz-Göztepe; Efsane Gerçekten Geri Döndü mü?
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/06/guzelyalnn-sar-krmzs-efsane-geri-dondu.html?m=1

Ajax v Man. United; Gençler Kazansın!
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/05/ajax-v-manunited-gencler-kazansn.html?m=1


17 Yaşında Yorgun Bir Kupa ve "Bir Şaman Ayini" -17 Mayıs 2017"
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/05/17-mays-galatasaray-bayram-vs-aldo-poy.html?m=1

Dünyanın Çivisi Çıkmış, Hala mı Futbol? - Futbolun Sihiri - 27 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Hollanda Futbolu ile Hollanda'nın sosyal, politik ve kültürel yapısı arasındaki ilişki -1 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Radyo Futbolu -11 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Futbol, Pas ve Dil -4 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Bir “Panzer”in duygusal anları – Bastia Schweinsteiger’in milli takıma vedası -25 Eylül 2016-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Jan Olde Riekerink- Bir Papatya Falı – 29 Mayıs 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Zafere Giden Yol – Bir Ergin Ataman Analizi- 28 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Müstesna Bir Kaptan- Cüneyt Tanman- O yancı olamaz!- 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Kaleciler- Sahaların yalnız ve tedirgin panterleri – 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Sabri “Reyiz”den vazgeçilemez- 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız

Taraftar ve futbolsever olmak- “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan” – 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız




   
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder