“G.Saray’da oyun anlamında geçen seneden bu yana değişen hiçbir şey yok.
Bu akşam tarihe kara bir leke olarak geçecek.Tudor G.Saray’ın büyüklüğünün
farkında mı? Kendisinde bu büyük kulübü taşıyacak ağırlığı görüyor mu? İstifa
etmeyi düşünmüyor mu? Eminim istifası G.Saray taraftarlarını çok
sevindirecektir.”
Igor Tudor'un basın toplantısında bir muhabirin soruları
20 Temmuz 2017
20 Temmuz 2017
G.Saray'ın Ali Sami Yen TT Stadyumunda
Östersunds FK ile berabere kalarak UEFA Avrupa Ligi'nden apar topar elendiği 20 Temmuz akşamı basın mensuplarının kaba ve kışkırtıcı sorularına muhatap olan Igor Tudor, nezaketini ve
soğukkanlılığını koruyarak G.Saray’ın kadroya katılacak yeni oyuncularla
birlikte bir ay içinde hazırlıklarını tamamlayıp mükemmel bir takım olacağını
anlatmaya çalıştı toplantı boyunca. Salonda söylediklerini dinleyen olmadığı
gibi, "masal anlatıyorsun!" diyecek kadar ileri gidenler vardı; henüz kimse farkında değildi, ama o akşam bir tükeniş değil tam tersine yepyeni bir
başlangıçtı Igor Tudor ve G.Saray için.
![]() | |
|
Igor Tudor'a destek verenler arasında da tereddüt yaşayanlar olmuştu o
kriz döneminde. Östersunds FK maçının hazin sonucundan ziyade, Tudor’un Wesley Sneijder’e karşı görünürdeki "katı" tutumuydu bu tereddütü yaratan; “yıldızları
yönetebilecek mi?” sorusu makul bir endişe yaratıyordu doğrusu; bu endişe,
Başkan Dursun Özbek ve Yönetimini "üst akıl" avcılığı için
"bilge adam" Mircea Lucescu’nun peşinden Romanya seferlerine
çıkarmamış mıydı? Ama hepimizi yanılttı Tudor, aslında yıldızlarla alıp
veremediği yoktu, tek hedefi iki sezondur başarısız olan bir kadroyu bütünüyle değiştirmekti; Wesley Sneijder de gitmeliydi, çünkü misyonunu yitiren bir kadronun sembol ismi yerini korursa hedeflenen değişim malul kalırdı.
Daha da önemlisi, Wesley'in tarzı, onun genel oyun stratejisi ile uyumsuzdu. Bütün
bunları çok değil, yaklaşık bir ay sonra hep birlikte anlayıp benimseyecektik.
Östersunds FK maçının akşamı "G.Saray'ı taşıma
gücü" sorguya çekilen Igor Tudor, henüz 21 yaşındayken Split’den Torino’ya
taşınmış ve ilk gençlik yıllarından itibaren Juventus defansının ağır yükünü omuzlamayı başarmıştı. Çoğu futbolsever, David Trezeguet, Edgar Davids, Zinedine Zidane,
Marcelo Salas, Alessandro del Piero, Gianluigi Buffon, Alessio Tacchinardi,
Pavel Nedved, Gianluca Pessotto, Lilian Thuram gibi takım arkadaşlarının
parıltılı isimlerinin yanında onun oyunculuğunu hatırlamıyor olabilir, ama hava
toplarına hakimiyeti kadar pozisyon ve oyun bilgisi, taktik disiplin ve kazanma
hırsı ile tam sekiz yıl boyunca Juventus’un ve Serie A’nın vazgeçilmez
stoperleri arasına yazdırmıştı adını.
![]() |
Igor Tudor Juventus formasıyla |
Önceki teknik direktörlük deneyiminin sadece Hajduk Split, PAOK ve
Karabükspor‘dan ibaret olması "G.Saray’ın ağırlığını taşıyamayacağı"
düşüncesine sevk ediyor olmalıydı o hadsiz soruların sahibi muhabiri, ama
yanılıyordu, çünkü teknik direktörlükte tek başarı kriteri meslek öz geçmişinde
bir "büyük takımın" bulunması değildi ki. Bu yolda başarının esası, evrensel bir futbol anlayışını,
kendi değerleri, yaşam felsefesi, zihinsel gücü, enerjisi ve liderlik
kapasitesi ile birlikte kuvveden fiile çıkartacak ışığı gösterebilmekti, illa
üst seviye takımları çalıştırmış ve saçları kırlaşmış bir bilge olmak değil. O
muhabir, hangi futbol kültürü ve liderlik sezgisiyle karar vermişti Tudor’da
böyle bir ışık olmadığına? Yoksa Tudor’un Teknik Direktörlük temel eğitimini mi
yetersiz görüyordu? Bu da yerinde bir tereddüt olamazdı, çünkü teknik direktörlük mesleği, Michels/Cruyff/Guardiola ya da
Sacchi/ Ancelotti/Conte örneklerinde olduğu üzere, kuşaktan kuşağa
devredilen futbol anlayışlarıyla ve ekolleşen futbol felsefeleriyle hala bir
usta-çırak ilişkisi değil miydi? Bu açıdan bakıldığında, Igor Tudor için
Juventus okulundan ve sırasıyla Marcello Lippi, Fabio Capello ve Carlo Ancelotti gibi
usta taktisyenlerin rahlesinden geçmek küçümsenecek bir eğitim sayılmazdı
herhalde star teknik direktör olma yolunda.
Tudor, önceki sezonun 21. haftasında G.Saray’da göreve getirildiğinde, iki sezondur istikrarsız sonuçlar alan takımın köklü bir değişime
ihtiyacı olduğunu görmekte gecikmemişti; sezon ortasında fark yaratabilmenin en kestirme
yolu sistem değişikliğinden geçiyordu. Takım arkadaşı ve usta taktisyen Antonio
Conte’nin Chelsea’de büyük başarı kazandığı 3-5-2‘yi denemekle başladı işe.
Formasyon değişikliğiyle hücumda etkili olurken aynı zamanda kolay gol yeme
zafiyetine de çare bulabileceğini düşünmüş olmalıydı; ama yaşadığı hayal kırıklığı daha köklü çözümlere yöneltti onu. Oynatmak istediği
oyunda, ne durumu kanıksamış tekdüze oyunculara, ne de kayıtsız şartsız
özgürlüğe alışmış "tembel" 10 numaralara
yer yoktu. Bunu açıkça beyan etmese de kararını vermişti: başta Wesley Sneijder
olmak üzere bütün "eskimiş ağır toplar” gitmeli, tempo ve kazanma hırsını düstur edinmiş bir "Igor Tudor
takımı" kurulmalıydı. 2017-18’inin yeni G.Saray’ı daha sezon bitmeden zihninde
kurgulanmıştı.
Sezon başındaki “Östersunds faciasından” sadece 24 gün sonra
Kayserispor ile oynanan Süper Lig açılış maçı bir dönüm noktasıydı yeni G.Saray
için. “Tudor istifa” teraneleriyle başlayan maç, coşkulu ve baskılı oyun ve mükemmel bir takım uyumu ile 4-1 kazanıldı. Takıma
3,5 haftada nasıl bir sihirli değneğin dokunduğunu kimse anlayamadı. Oysa Tudor
için sürpriz değildi bu durum, çünkü neyi hedeflediğini ve bunun ne kadarını
gerçekleştirdiğini gayet iyi biliyordu. Oynattığı oyun, Jurgen Klopp’un
“Gegenpressing (counter-pressing)” planına benzer bir sistemdi. Baskı üçüncü
bölgede topa en yakın oyuncu(lar) tarafından ve top kaybedildiği anda
başlatılıyor, bu arada rakibin defans arkasına atacağı toplarla kesebileceği
cezalara karşı her türlü defansif pozisyon önlemi alınıyordu. Kazanılan toplar,
hazırlık paslarıyla hiç oyalanmadan süratle boş alanlarda pas almaya hazır
şekilde mevzilenen hücumculara servis edilerek birkaç hamlede gole gitmeye
çalışılıyordu. Fernando Reges, Badou N’Diaye ve Bafetimbi Gomis sistemin
anahtar oyuncularıydı, onlarla birlikte tüm takım müthiş bir ahenk ve disiplin
içinde eksiksiz ve estetik bir hucum zenginliği yaratıyordu. Hele, alışılmadık bir misyonla sol açığa yerleştirdiği önceki sezonun sıradan oyuncusu Tolga Ciğerci’nin, futbol ulemasının
ağızlarını açık bırakan uyumu ve katkısı, bir
Igor Tudor etkisi ve sezgisi değilse, neydi? Özellikle iç sahadakiler olmak
üzere, takip eden maçlar gösterdi ki sistem yerleşiyor ve istikrarla
uygulanıyordu. Beklenmedik şekilde hatasız ve verimli geçen transfer süreci
başarının yolunu açmıştı elbet, ama en değerli kazanç bunca önemli
ismin bu kadar kısa bir süre içerisinde Igor Tudor’un fiziksel güç ve devamlılık gerektiren oyununu uyumlu bir ekip ruhu ve tavizsiz bir taktiksel disiplin içinde
uygulayabilmesiydi. Sonraki üç iç saha maçında 40.000’in altına inmedi seyirci
sayısı. Taraftar mutluydu. Henüz Tudor’a üçlü çektirecek bir sevgi bağı
oluşmamıştı belki, ama en azından istifa teraneleri çoktan rafa kalkmıştı.
![]() | |
|
Boğucu nem, berbat bir zemin ve milli aranın
olumsuz etkisi gibi özel şartları havi 1-1’lik Antalyaspor maçını bir kenara
bırakırsak, deplasmanları da farklı oyunlarla aşmasını bildi Tudor. 6.
haftadaki Bursa deplasmanında 74. dakikada 2-1 mağlupken, hem de iyi
oynamakta olan iki bekini birden çıkartıp, iki açık oyuncusu aldı ve 3-4-3’e
döndü. Yorumculardaki genel ve ortak kanaat bu sefer aklını yitirmiş olduğuydu!
Böyle durumlarda hep "çift santrafora" geçilirdi, iki taraflı çift
açık da neyin nesiydi? Kimse Tudor’un zihninde Antonio Conte’nin ünlü
“half-space” uygulaması ile rakibi şaşırtıp sonuç almayı denemek
olduğunu düşünmedi. Her iki kanatta içe kat etme özelliğine sahip ikişer oyuncu, rakip stoperleri “half- space“ olarak nitelenen stoper ile bek
arasındaki dikey sağ iç ve sol iç koridorlarına çekecek ve bu şekilde savunma
düzenini bozarak hem Bafetimbi Gomis'e hem de ceza sahasına girecek ekstra
oyunculara orta bölgeden boş hücum ve şut alanları yaratacaktı.
![]() |
Dikey koridorlar ve "half-space" hattı. |
Bu yeni oyun şekli zaten sendelemekte olan Bursaspor’un gardını iyice
düşürdü. G.Saray maçı muhtemelen Tudor’un tam da zihninde planladığı şekilde
Sofiane Feghouli ve Tolga Ciğerci'nin gole dönüşen şutlarıyla çevirdi. Oyuna
müdahele etme yetisi sürekli sorgulanan Tudor, Paul Le Guen'in disiplinli takımını taktiksel bir manevra ile alt ettiğine göre, fena bir taktisyen de sayılmazdı
galiba ve bu gidişle G.Saray’ın ağırlığını da taşıyabilecek miydi yoksa?
Düşünceler değişiyordu sanki; “Östersunds trajedisinin” ertesindeki yakışıksız
soruları seslendiren muhabiri pek gören veya duyan yoktu artık Tudor’un basın
toplantılarında!
8. haftadaki Konya deplasmanı, aynı Antalyaspor maçı
gibi on günlük milli ara dönüşüne rastlamıştı ve takım Tudor’un istediği gibi
hazırlanamamıştı doğal olarak. Maç başladığı andan itibaren, önde baskı ve
topluca hücum yerine topa sahip olmaya dayanan temposu ayarlanmış bir oyun vardı bu
kez sahada. Garry Rodriguez'in yerine oyuna dahil olan Selçuk İnan’ın da etkin katılımıyla 4-3-2-1’e dönen bu dengeli
oyunda, takım hiç açık vermeden Bafetimbi Gomis’in olağanüstü gücü ve durdurulamaz golcülüğüyle
maçı 2-0 kazanmasını bildi. Şampiyonluğa giden yolda, şartlar öyle
gerektirdiğinde bu tarz sabırlı ve ekonomik oyunlara da ihtiyaç vardı. Her
zaman ve her koşulda önde baskı uygulanamazdı ki! Bursa ve Konya
deplasman zaferleri Igor Tudor’un B ve C planlarından yoksun olmayan bir futbol
aklına sahip olduğunu gösterdi dosta düşmana.
7. haftadaki 3-2 ‘lik Karabükspor maçının ayrı bir hikayesi vardı takım için. Tam 56 kere ceza sahasına girilip rekor kırılan ve
sayısız golün kaçırıldığı, kazanma hırsının tavan yaptığı maçın son
dakikalarında tuhaf bir hakem kararıyla gadre uğrayıp puan kaybetmeye ramak
kalmışken, uzatmalardaki ısrarlı baskı sonucunda gelen Maicon Roque golü ve
özellikle Igor Tudor’un sahanın ortasında oyuncularıyla içtenlikle sarmaş dolu
olduğu maç sonu sahneleri belki de 5-0’lık bir galibiyetten bile daha değerliydi
ekip ruhunu perçinlemek adına. Rakiplerin hakem hatalarından yakınıp sızlandığı
bir dönemde, Tudor’un takımı bu kez sadece rakibini değil, 85. dakikada penaltı
yaratan hakemi de yenmişti!
![]() |
Teknik direktör oyuncu bütünleşmesi; Karabükspor maç sonu sahnesi |
20 Temmuz akşamı hedef tahtasına oturtulan Igor Tudor, 3 aydan kısa bir
süre içerisinde her iki ezeli rakibine 8. haftada 8'er puan fark atarak şeref kürsüsüne
yerleşti; çoğu daha birkaç ay önce Florya'da tanışmış olan oyunculardan kurulu
yepyeni bir 11'in, etkili ve uyumlu bir oyun modelini tükenmeyen bir kazanma
hırsı ile birleştirerek sahaya yansıtabilmesi, takdire şayan bir teknik direktör başarısı; üstelik, ülke sınırlarını aşıp L'Equipe dergisinin 7 Ekim
sayısına kapak olacak kadar fiyakalı bir başarı bu.
![]() |
L'Equipe 7 Ekim 2017 kapağı |
Igor Tudor, çalışkanlığıyla, enerjisiyle, konsantrasyonuyla, iş
disipliniyle ve tüm oyuncuları ile kurduğu tatlı-sert iletişimle G.Saraylı
paydaşlarına umut ışıkları saçıyor ufuktaki parlak günler için. Kim bilir,
belki de isminin eski Yunanca'daki karşılığı olan Theo-doros’un (Tanrı-hediye)
ifade ettiği gibi, G.Saray'a “Tanrı’nın bir hediyesidir” o!
Ertuğrul Ülgen - 17 Ekim 2017 -
Yazarın önceki yazıları:
3F, Fado, Fiesta, Football - 2 Ekim 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Selçuk İnan'ın Dramı -16 Eylül 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Jurgen Klopp ve "Gegenpressing" - 5 Eylül 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Teknik Direktörler - Futbolun Özel Adamları - 16 Temmuz 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Dank je wel* Wesley, Bu Taraftar Seni Çok Özleyecek. 10 Temmuz 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Göz-Göz-Göztepe; Efsane Gerçekten Geri Döndü mü? -16 Haziran 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Ajax v Man. United; Gençler Kazansın! 24 Mayıs 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
17 Yaşında Yorgun Bir Kupa ve "Bir Şaman Ayini" -17 Mayıs 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Dünyanın Çivisi Çıkmış, Hala mı Futbol? - Futbolun Sihiri - 27 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Hollanda Futbolu ile Hollanda'nın sosyal, politik ve kültürel yapısı
arasındaki ilişki -1 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Radyo Futbolu -11 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Futbol, Pas ve Dil -4 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Bir “Panzer”in duygusal anları – Bastia Schweinsteiger’in milli takıma
vedası -25 Eylül 2016-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Jan Olde Riekerink- Bir Papatya Falı – 29 Mayıs 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Zafere Giden Yol – Bir Ergin Ataman Analizi- 28 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Müstesna Bir Kaptan- Cüneyt Tanman- O yancı olamaz!- 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Kaleciler- Sahaların yalnız ve tedirgin panterleri – 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Sabri “Reyiz”den vazgeçilemez- 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
Taraftar ve futbolsever olmak- “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa
yormadan” – 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız