Yaşamın her koşulda devam ettiğinin sihirli bir işaretidir futbol; "Luftwaffe" bombalarının tehdidi altındaki Londra'da kırk bin İngiliz'i sığınaklardan çıkarıp 1940 Savaş Kupası finali için Wembley'de toplayan da, Normandiya çıkarmasından sadece birkaç gün sonra yetmiş bin Dresdner ve Hamburg taraftarını Berlin Olimpiyat Stadyumunda 1944 şampiyonluk karşılaşmasını izlemek üzere buluşturan da hep aynı tutkudur. Futbol bağımlılığının savaşlara bile boyun eğmeyen gücünü gözler önüne seriyor bu tarihi sahneler. Peki, nasıl oluyor da, dünyanın çivisi çıksa, yer yerinden oynasa, futbol ayakta kalmayı başarıyor? Nedir bu sarsılmaz güdünün menşei? Tartışmaya ve sorgulamaya değer bir soru.
![]() |
1940 İngiltere Savaş Kupası Finali; West Ham-Blackburn |
Johan Huizinga'nın "Homo Ludens" adlı ünlü eserinde belirttiği gibi, "önce oyun vardı".
İnsan, homo sapiens olmadan
önce, homo ludenstir, oyunla doğar,
oyunla büyür. Başka bir deyişle, oyun ile insan arasında doğumdan itibaren
yapısal ve köklü bir etkileşim vardır; bu antropolojik açıklama, “the beautiful game” namına
sahip bir oyuna duyulan tutkunun kökenine ışık tutmakla birlikte,
yirmi iki oyuncunun bir topun peşinden koşarak her şart ve ahvalde on binleri tribünlere,
milyonları ekranlara çekebilmesini tek başına açıklamaya yetmez elbette. O
halde, biraz derinleştirelim analizimizi.
Futbolun benzersiz popülerliği çoğunlukla basit
olmasına bağlanır. İmkanları zorlamaz, bir top bulmaya bakar, arsada, parkta, bahçede, sokakta, mahalle arasında, avluda, terasta, kumda, sınıfta,
salonda ve her yerde oynanabilir; fikir beyan etmek için derin
bilgi gerekmez. Basitliğin popülerliği arttırdığı doğrudur, ancak futbolu diğer oyunlardan farklı kılan özellik aynı anda hem basit hem de karmaşık olmayı becerebilmesidir aslında.
Bir yandan basit imkan ve kurallar manzumesi ile tarif edilirken, diğer yandan
ileri seviyede bir formasyon gerektirmesi futbola münhasır bir nitelik olmalı;
öyle ya herkes futbol oynayabilir, futbolun tekniği üzerinde kolaylıkla ahkam
kesebilir, ama profesyonel zeminde yer bulmak söz konusu olduğunda üstün yetenek ve meşakkatli bir
süreç gerekir. Kurallara gelince, diğer spor dallarına göre kolay görünür
ilk bakışta, ama tek bir pozisyon üzerinde onlarca “hocanın(!)” saatlerce anlaşamayacağı, kadar da karmaşıktır aynı zamanda! Hedefe
(gole) giden yolun, hiçbir spor dalında olmadığı kadar, engellerle dolu olması,
atılan her golü inanılmaz bir tatmin duygusu ile ödüllendirir. Amaca ulaşmanın
her seferinde delicesine bir coşkuya yol açtığı başka bir mecra var mı
futboldan başka? Ünlü Alman filozof Peter Sloterdjik, Der Spiegel’e 2006
yılında verdiği bir röportajda futbol
ile insan arasındaki sarsılmaz ilişkinin kökenine iniyor ve futbol icat
olduğundan beri her maçta
gerek sahada, gerekse tribünlerde yaşanan futbola özgü abartılı sevinç
hareketlerinin, erkeğin içinde 7000 yıldır yaşayan avcıdan kaynaklandığını
iddia ediyor. Burada, vahşi hayvanın yerini gol alıyor; futbolcular kahraman
avcıları, teknik direktörler ise avcı kabilesinin reisi rolünü üstlenmiş
oluyorlar ve başarıları avcı kolektif toplumunun (taraftarların) mutluluğu
üzerinde etkili oluyor. Sloterdjik’e göre, böylesine köklü ve organik bir
ilişki var futbolla insan arasında.
İdeal
toplum modelidir futbol, kurallar nettir, sahada her şey herkese açıktır ve
saydamdır, gerçek hayatın tersine oyun sırasında asla kural değişmez, imtiyaz ve kayırmaya pek yer yoktur; hafif aldatmacalar vardır kimi
zaman, ama kısa sürede açığa çıkıp failini yerin dibine sokma riski hep
mevcuttur, hayattaki gibi saklı kalabilme şansı olmayan küçük aldatmacalardır
bunlar. Futbol eşitlik ve saydamlık sunan ideal
bir dünyadır, Gramsci’nin özlüce ifade ettiği gibi: “.futbol açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır. “
Futbol ekip çalışmasını yüceltir, takım
ruhu ve dayanışma ön plandadır, Benfica’nın “e pluribus unum” , Liverpool’un “you
will never walk alone” mottolarında gizlidir futbolun etkileyici dayanışma
gücü.
Her zaman güçlünün kazanmaması ayrı bir heyecan ve tat katar futbola. "Şanssızlığa" veryansın edip rahatlanabilir. Başarısızlık durumunun üzerlerine yıkılacağı “dış güçleri" bulup huzura kavuşmak gerçek hayata göre daha kolaydır: sahanın orta yerindeki kokartlı günah keçileri bu iş için emirlere amadedir!
Yaşamdaki bazı duygusal gerçekleri
de yüzlere vurur futbol, her gol sonrası atılan zafer naraları ve rakip oyuncular ile tribünlere gönderilen yaratıcı mesajlar(!) başkasının üzüntüsünden tat çıkarmanın ve onlara günlerini göstermiş olmaktan
duyulan keyfin sınırsız ve acımasız bir tezahürüdür. Belki de gerçek hayatta
ahlaki kaygılarla frenlenen hislerin hiç sakınmadan dışa vurulabilmesidir
futbolu bu kadar haz verici kılan. Sonuçta, futbolda taraftarlık Norbert
Elias’ın deyimiyle “duygu ve heyecanların kontrollu bir şekilde kontrol dışı
bırakılması”.değil midir? (Burada kastedilen, holigan namıyla maruf tepeden tırnağa kontrolsuz bir kısım tribün eşkiyası değil elbet, bu tedhiş fanatikleri futbolun gerçeği ya da parçası olarak düşünülemezler; bu yazıda anlatılan "güzel oyun" ile hiçbir ilgileri yok onların.)
Her zaman güçlünün kazanmaması ayrı bir heyecan ve tat katar futbola. "Şanssızlığa" veryansın edip rahatlanabilir. Başarısızlık durumunun üzerlerine yıkılacağı “dış güçleri" bulup huzura kavuşmak gerçek hayata göre daha kolaydır: sahanın orta yerindeki kokartlı günah keçileri bu iş için emirlere amadedir!
![]() |
Karşı tribüne olağan ve stres boşaltıcı bir futbol selamı |
Futbol,
Pascal Boniface’ın tanımıyla, “internetten de, demokrasiden de daha global bir
fenomendir", farklı dil ve kültürlerden, farklı kuşaklardan insanların kolayca iletişim
kurabildikleri ilk, belki de tek ortak konudur;
FIFA’ya üye olan ülke sayısı, Birleşmiş Milletlerin üye sayısından
fazladır, dahası var mı? Tibetli keşişlerin 1998 dünya kupasını izlemek için TV
bulma çabalarını konu eden The Cup ve Moğolistan, Sahra Çölü ve Amazon çevresinde yaşayan farklı
kültürdeki üç grup insanın 2002 Dünya kupası finalini seyredebilme gayretlerini
anlatan The Great Match filmleri, bir yandan futbolda globalleşmenin geldiği son noktayı gözler önüne sererken, diğer yandan televizyonun bu konudaki
rolünün altını çiziyor. Bu rol yadsınamaz elbette, ama televizyonun ve hatta radyonun
esamesinin okunmadığı tarihlerde de futbol sevgisi, hiçbir dış desteğe ihtiyaç
duymadan gönüllerdeki yerini çoktan almıştı; bir çarpıcı örnek yeterli olur
sanırım: 116 yıl önce, Sheffield United
ile Tottenham arasındaki 1901 FA Cup
maçını tam 110.802 kişi izlemişti!
Futbol, medya ve iletişim araçlarının globalleştirici etkisinden çok önce,
İngiliz denizcilerin Le Havre, Cenova, Bilbao, Barselona, Hamburg ve Hannover gibi
limanlarda oynamalarını takliden yayıldı kıta Avrupa’sına,. Brezilya’da ise yol
yapımında çalışan İngilizler sayesinde tanıtıldı ve sevildi bu “güzel oyun”.
Ezcümle, futbol tamamen kendi güzelliği ve çekiciliğiyle mest etti farklı
farklı kültürdeki insanları.
![]() |
1901 FA Cup Finali; Sheffield United-Tottenham |
Futbolun en değerli cazibesi belki de bir
ömre sığabilecek türlü duyguları bir 90 dakikaya sıkıştırabilmesinde yatar,
heyecan, çosku, sevinç, üzüntü, elem, haz, tatmin... Tribünde ve hatta tek başına ekran karşısında veya radyo başında bu
duyguları yaşayabilmektir onu bu denli farklı kılan, elemin habis ve kalıcı
olmadığı böyle bir duygu fırtınasından daha keyifli ve değerli ne olabilir ki?
Tersten soralım, futbolsuz bir dünya nasıl olurdu acaba? Hafta sonları nasıl
geçerdi? Hiçbir derbi maçı izleyemeyeceğimiz, son saniye
golleri ile kazanıp kaybettiğimiz karşılaşmaların veya son maçta ulaşılan veya yitirilen bir
şampiyonluğun haz ya da elemini hiç yaşamayacağımız bir dünya! Ne kadar
kasvetli!
Gelelim en kritik soruya. Bu eşsiz oyunun geleceği ne olacak?
Boniface’ın tanımlamasıyla “gelmiş geçmiş en evrensel imparatorluk” da bir gün
yıkılacak mı? Tarih boyunca muktedirlerin ele geçirip bir aygıt olarak kullanmak için uğraş verdiği, iş çevrelerinin ve oligarkların sınırsız - sorumsuz paraya
boğduğu, yeteneksiz, dirayetsiz ve çıkarcı yöneticilerin
maskara ettikleri ve maalesef eski-yeni kimi futbol starının da bu kirli
kervana katıldığı futbol güzel oyun olmaktan, hatta oyun olmaktan iyice çıkıp, tüm sempatisini kaybedecek mi politik ve ekonomik krizlerle boğuşan dünyada? Sanırım, bu olasılık her
şeye rağmen çok düşük, çünkü çoğunluktaki romantik futbolseverler bu güzel oyunun ne
kadar kirli bir çevre tarafından tarafından kuşatıldığının farkında olsalar da, futbolun yok olduğu “gri ve tatsız” bir dünyada yaşamaya hiç hazır değiller; bu güçlü sihir DNA'larına kazınmış bir kere!
E.Ülgen - 27 Mart 2017 -
Yazarın Önceki Yazıları
Hollanda Futbolu ile Hollanda'nın sosyal, politik ve kültürel yapısı arasındaki ilişki -1 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/03/hollanda-futbolu-ile-hollandann-sosyal.html
Radyo Futbolu -11 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/02/radyo-futbolu.html
Futbol, Pas ve Dil -4 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/02/yazarn-diger-yazlar-bir-panzerin.html
![]() |
Futbola özgü duygu kutupsallığı: bir yanda coşku, hemen yanında elem |
E.Ülgen - 27 Mart 2017 -
Yazarın Önceki Yazıları
Hollanda Futbolu ile Hollanda'nın sosyal, politik ve kültürel yapısı arasındaki ilişki -1 Mart 2017-
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/03/hollanda-futbolu-ile-hollandann-sosyal.html
Radyo Futbolu -11 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/02/radyo-futbolu.html
Futbol, Pas ve Dil -4 Şubat 2017 -
aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2017/02/yazarn-diger-yazlar-bir-panzerin.html
Bir “Panzer”in duygusal anları – Bastia Schweinsteiger’in milli takıma vedası -25 Eylül 2016-
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/09/bir-panzerin-duygusal-anlar-bastia.html?m=1
Jan Olde Riekerink- Bir Papatya Falı – 29 Mayıs 2016
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/05/jan-olde-riekerink-bir-papatya-fal.html?m=1aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Zafere Giden Yol – Bir Ergin Ataman Analizi- 28 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/04/zafere-giden-yol-bir-ergin-ataman_28.html?m=1aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Müstesna Bir Kaptan- Cüneyt Tanman- O yancı olamaz!- 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/04/mustesna-bir-kaptan-cuneyt-tanman-o-bir.html?m=1aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Kaleciler- Sahaların yalnız ve tedirgin panterleri – 9 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/04/kaleciler-sahalarn-yalnz-ve-tedirgin.html?m=1aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Sabri “Reyiz”den vazgeçilemez- 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/04/sabri-reyizden-vazgecilemez.html?m=1aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Taraftar ve futbolsever olmak- “açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan” – 8 Nisan 2016
aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
https://futboltabirleri.blogspot.com.tr/2016/04/taraftar-ve-futbolsever-olmak.html?m=1aşağıdaki bağlantıya tıklayınız: